Hukuki anlamda ise Uzlaşma, Ceza Muhakemesi Kanunu’nda:
“iletişim süreci sonunda varılan anlaşmayı ifade ederken, uzlaştırma tarafların
katıldığı sürecin bizzat kendisini ifade etmek için kullanılmaktadır.”
Her iki tanım ele alındığında uzlaşma; taraflar arasındaki
uyuşmazlığın, gerektiğinde karşılıklı ödünler vererek, bir orta yolun
bulunması, zararın telafisi, anlaşmazlığın ortadan kaldırılması şeklinde
tanımlanabilir. Söz konusu tanımlar, analiz edildiğinde; uzlaştırmanın,
hukuksal boyutunun yanında iletişim ve kültürel yönünün de bulunduğu hatta
olmazsa olmazlarından biri olduğu görülmektedir.
Uzlaşmanın, başarıya ulaşmasında birincil öğe, iletişimdir. Bu bağlamda uzlaşmayı ancak, karşılıklı konuşmayı bilen, empati yeteneği olan ve aynı zamanda iyi bir dinleyici olan bireyler yapabilirler.
Nitekim Napolyon bir sözünde:
“Her şeyi konuşabilen insanlar, her şeyin üstesinden gelebilirler.” der.
Bu noktada
uzlaştırma sürecini idare eden, uzlaştırmacının da hukuki bilgisinin yanında
hangi niteliklere ve donanımlara sahip olması gerektiğinin ipuçları ortaya
çıkmaktadır.
Uzlaşmanın başarıya ulaşmasında ikinci öğe, söz konusu toplumun kültürüdür. Dahası, uzlaşının kültür içerisindeki yeri, konumu ve sorunların çözümündeki etkinliğidir. Toplumsal yaşamın içerisinde her düşünceden, inanıştan, kültürden bireylerle birlikte yaşıyoruz. Şüphe yok ki toplumsal yaşamın bir gereği olarak, kimi zaman problemlerimiz/sorunlarımız da ortaya çıkabilir. İşte bu sorunların çözümü aşamasında kişinin sosyal ilişkilerinde uzlaşı kültürü içinde hareket etmesi gerekir. Bu noktada uzlaşma, kaybet/kaybet yerine kazan/kazan ilkesinin egemen olduğu, aklı kullanmanın ve başkalarının da aklından istifade etmenin yollarından biridir.
Hukuki literatürde uzlaştırma, İngiliz anglo-sakson hukuk sisteminde ve uzak doğu ülkelerinden Japonya örneğinde karşımıza çıkmaktadır. Özellikle Japon hukuk sistemi, büyük oranda uzlaştırma süreci içerisinde yürütülmektedir. Türk hukuk sisteminde ise uzlaştırma müessesi; özellikle adli yargıdaki iş yükü, adli personel yetersizliği, süregelen davaların uzun yıllar sonuçlandırılamaması, dava sürecinin taraflara, devlete maliyeti vb. nedenlerle bir alternatif çözüm yöntemi olarak görülmüş ve uygulamaya geçirilmiştir. Özellikle yerelde “İzmir modeli” olarakta bilinen birçok başarılı örnekler başta olmak üzere, ülke genelinde çok kısa zamanda oldukça olumlu sonuçlar alınmaya başlanmıştır.
Uzlaştırma sürecinin hukuk sistemimizde oldukça kısa süreli bir geçmişe sahip olmasına karşın, denilebilir ki bu maya hem hukuk sistemimizde hem de Türk toplum yapısında tutmuştur. Hatta filmlere konu olmuştur.😊
https://youtube.com/shorts/mwzOh8rORIM?feature=share
Bu bağlamda, uzlaşma ve uzlaştırma sürecinin Türk toplum
yapısındaki kökleri üzerinde de durmakta fayda vardır. Uzlaşma; Her ne kadar
hukuksal düzenleme anlamında literatürümüze yeni giren bir olgu olarak
karşımıza çıksa da, Türk toplumunun geleneklerinde, kültüründe hatta
genetiğinde olan, yabancı olmadığımız bir çözüm yöntemidir. Hatta gerek
bireyler arasında ve gerekse toplumsal problemlerin çözümü noktasında yakın
zamana değin kentleşmenin yoğun olarak yaşanmadığı, herkesin oturduğu yerleşim
mahallinde birbirini tanıdığı, komşuluk ilişkilerinin yaşandığı yakın
geçmişimizde, problemlerin çözümü mahalle tarafından herkesin sevip saydığı,
sözünün dinlendiği, bir işe girişileceği zaman danışıldığı saygın
kişiliklerince çözülürdü. Bir nevi gönüllü uzlaştırmacı olan bu kişilerin
çözümü bütün taraflarca kabul edilir, anlaşmazlıklar ihtilaflar sulh yoluyla
hallolurdu. Kim bilir, belki de şehirleşmenin toplumsal kültürümüze en büyük
zararı, bu toplumsal dokunun zedelenmesi, bireyselleşme olmuştur.
Uzlaşmanın Türk kültürü açısından ilk örnekleri, Dede-korkut hikayelerinde “Dede-korkut” karakteri ile karşımıza çıkar, Türk toplumsal yaşamı ve kültürünün önemli bir eseri olan bu destansı hikâye karakteri, Dede-korkut; tarafları uzlaştıran, sorunları sulh yoluyla çözen, barıştıran, nasihat veren rolü uzlaştırmanın türk gelenek ve göreneklerindeki izdüşümleri, belki de ilk örnekleri sayılabilir.
Yine, Türk aile yapısı incelendiğinde de, özellikle aile
içerisindeki problemlerin çözümünde, aile büyüklerinin devreye girdiği,
sorunların çözümü noktasında aile içerisindeki taraflarla bir araya gelerek,
tarafları yan yana getirerek sorunların
ortadan kaldırıldığı hepimizin kendi ailesi içerisinde tanık olduğumuz örnekler
değil midir? Bu bağlamda toplumsal
bağların kentlere göre daha güçlü olduğu kırsal yaşamda özellikle dini kimliği
olan büyükler veya herkesçe sözüne, doğruluğuna inanılan bir nevi akil/emin
insan hüviyetindeki kişilerde taraflar arasındaki problemlerin çözümünde
devreye girebilmektedir. Özellikle kırsal alanda/ köylerde karşılaştığımız bu
durum, tarafların aralarındaki uyuşmazlığı köyün ileri gelen saygın kişilerin
arabuluculuğu ile çözüme kavuşturulması örneğinde karşımıza çıkmaktadır.
Kimi zaman, dini bayramlar gibi toplum kültürümüz açısından
önem taşıyan özel günlerde uzlaştırma sürecinde sorunların çözümü noktasında
önemli bir yer teşkil edebilmektedir. Bu özel günlerde taraflar bir araya
getirilmekte, aralarındaki sorunlar toplum ileri gelenlerinin öncülüğünde
barışçıl bir şekilde sonuçlandırılabilmektedir.
Sonuç olarak uzlaşma/uzlaştırma kavramı, hukuki
literatürümüze yeni giren bir olgu olmasına karşın, problemlerin çözümü
noktasında Türk toplumuna çok uzak bir yöntem değildir. Hatta toplum içerisinde uygulaması ve pratiği
olan bir uygulamadır denilebilir. Belki de, Türk hukuk sisteminde kısa bir
geçmişe sahip olmasına karşın büyük bir başarı göstermesinin altında bu
gerçeklik yatmaktadır.
UZLAŞTIRMACI Serkan HORUZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder